Murat Ülker ve Ali Koç Röportajı
Yıldız Holding Yönetim Kurulu üyesi iş adamı Murat Ülker, Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve aynı zamanda Fenerbahçe Başkanı olan Ali Koç ile dikkat çekici bir röportaj gerçekleştirdi. Ülker, bu özel röportajı “Kıymetli arkadaşım Ali Koç Beyle röportajım” başlığıyla LinkedIn hesabından paylaştı. Röportajda Ali Koç, Türk ekonomisi, iş dünyası ve uluslararası ticaret dinamikleri gibi pek çok önemli konuya değindi. İşte bu röportajdan bazı önemli alıntılar:
Türkiye ekonomisinin mevcut durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Zorlukları aşıyor muyuz? Daha fazlası neler yapılabilir?
2023 yılındaki çifte seçimlerin ardından göreve gelen Sayın Mehmet Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetimi, öncelikle mevcut ekonomi politikasını daha rasyonel bir zemine oturtmayı hedefledi. Önceki dönemdeki alışılmadık ve öngörülemez politikalar yerine, daha geleneksel, rasyonel ve öngörülebilir bir ekonomi politikası çerçevesi benimsendi. 2024 yılında ekonomi yönetiminin temel hedefi, iç talebi kontrol altına alarak enflasyonu düşürmek oldu. Bunun için Merkez Bankası, faizleri artırmanın yanı sıra kredi büyümesine sınırlamalar getirdi. Daha sıkı para ve kredi politikalarını desteklemek amacıyla TL’nin reel bazda değerlenmesine izin verildi. Böylece kurlardaki ani artışların enflasyon üzerindeki olumsuz etkisi azaltılmaya çalışıldı.
Kamu maliyesinde de daha disiplinli bir yaklaşım benimsenmeye çalışıldığını görmekteyiz. Tüm bu çabaların neticesinde, Mayıs ayında yüzde 75’i aşan yıllık enflasyon, Ekim ayında yüzde 48’e kadar geriledi.
“2026’DA UYGUN BİR ZEMİN OLACAK”
Enflasyondaki düşüşün, kademeli bir şekilde önümüzdeki yıllarda da devam etmesi hedefleniyor. Enflasyondaki gerilemenin nispeten yavaş olmasının sebebi, Hükümet’in büyümeden çok fazla feragat etmek istememesi olarak açıklanıyor. Enflasyonla büyüme arasındaki bu hassas dengeyi tutturabilirsek, yani ekonomide yumuşak inişi başarabilirsek, 2026 yılından itibaren Türkiye’nin yeni bir büyüme hamlesine başlamak için uygun bir zeminde olacağını düşünüyorum.
Doğru politikaları sürdürebilir ve sabır gösterebilirsek, bu zorlukları aşacak her türlü potansiyele sahibiz; yeter ki kendi kalemize gol atmayalım. Türkiye’nin büyük bir ekonomik potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum, ancak bu potansiyele göre ülkemize çektiğimiz yabancı yatırım seviyesi, hak ettiğimizin çok altında. Bunun en büyük nedenlerinden biri, hukuk sistemimizdeki eksiklikler ve öngörülebilirliğin düşük olması. Yer altı zenginliğimizin azlığı ve tasarruf oranlarımızın düşüklüğü dolayısıyla yabancı yatırımcıya ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Dünyada büyük bir likidite var ve bu paranın güvenli limanlar aradığı biliniyor. Biz de ülke olarak yatırımcı nezdinde güvenli bir liman olarak kendimizi konumlandırmak için gereken tüm adımları atmalıyız.
– Koç Holding gibi büyük bir şirketler grubunu yönetirken ekonomideki dalgalanmalara (kur, enflasyon, yüksek faiz) karşı nasıl stratejiler uyguluyorsunuz?
Ekonomideki dalgalanmalara ülke olarak alışkınız. Biz de topluluk olarak yıllardır edindiğimiz deneyimleri işlerimizi ve bilanço yapımızı sağlam tutmak için kullanıyoruz. Zorlukların arttığı dönemlerde nakit akışlarının yönetimi oldukça önemli. Her zaman söylendiği gibi, bir şirketi borç batırmaz ama nakit kıtlığı batırır. Bunun yanı sıra, risk yönetimi de iş kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıdır. Risk yönetimini hem finansal riskler hem de bilanço çeşitlendirmesi olarak ayırmak gerekir. Farklı dinamiklere sahip sektörlere yatırım yapmak, yurtiçi ve yurtdışı gelir dengesini gözetmek ve işlerimizin coğrafi dağılımını global konjonktürü doğru okuyarak sürekli takip etmek çok önemlidir. Ancak dönemin şartları ne olursa olsun biz her daim ülke ekonomisine güvenmeye devam ediyor ve uzun vadeli bir bakış açısıyla yatırımlarımızı yönlendiriyoruz.
– Dünya ekonomisi pandemi, dijitalleşme ve Çin-ABD arasındaki küresel ticaret savaşları gibi büyük dönüşümleri hala yaşıyor. Bu dönüşümler Koç Holding için hangi fırsatları ve riskleri barındırıyor?
“GENÇ NÜFUSUMUZ BİZİM İÇİN BÜYÜK POTANSİYEL”
Soğuk savaş sonrası kurulan uluslararası liberal ekonomik düzen, son yıllarda ciddi darbelere maruz kaldı. Pandemi, Ukrayna-Rusya savaşı, teknoloji ve ticaret savaşları ve son olarak Gazze’de yaşanan insani dram, birçok ülkenin daha korumacı ve devlet müdahalesine olanak tanıyan politikalar uygulamasına neden oldu. Küreselleşme belki sona ermedi ama önemli ölçüde şekil değiştirdi. Türkiye olarak bu dinamikleri iyi analiz etmemiz gerekiyor. Coğrafi konumumuz, AB ile mevcut gümrük birliği anlaşmamız, sağlam alt ve üst yapılarımız, çeşitlendirilmiş ve dinamik üretim kapasitemiz ve genç nüfusumuz, büyük bir potansiyel sunuyor. Yeniden şekillenen uluslararası tedarik zincirleri ve küreselleşmenin en büyük kazananlarından biri Türkiye olabilir. Son 1,5 yıldır ekonomide yeni bir denge tesis etme çabalarının kesintisiz sürdürülmesi durumunda, önümüzdeki seneden itibaren Türkiye’nin yeniden doğrudan yabancı yatırım çekebilen bir ülke olmaması için hiçbir neden yok.
– Türkiye’nin küresel ekonomide daha rekabetçi hale gelmesi için hangi alanlara öncelik vermesi gerekir?
Şu anda ABD ve Çin arasında büyük bir teknoloji savaşı yaşanıyor. Rusya ve Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere hiçbir ülke, ABD ve Çin’in teknoloji alanındaki giderek artan hakimiyetine cevap veremiyor. Türkiye olarak en büyük önceliğimiz, devrimsel nitelikteki teknolojik gelişmeleri takip etmek ve bunları hızla ülkemizde yaygınlaştırmak olmalıdır. Bunun için devletin kendi yatırımlarından çok, gençlerimizin yenilikçi fikirlerini gerçeğe dönüştürmesi için start-up kültürünü destekleyici adımlar atması çok önemlidir. Bir diğer önemli konu, özellikle bilgi teknolojileri ve mühendislik alanında eğitim almış gençlerimizin yurtdışına gitmeleri. Onların burada kalmalarını sağlayacak imkanları sunabilmemiz gerekiyor.
– Dünya ekonomisinde en çok dikkatini çeken ve gelecekte etki yaratacağını düşündüğün küresel ekonomi trendleri neler? Bunların niçin etkili olacağını düşünüyorsunuz?
“TÜRKİYE UCUZ YARIŞINDAN ÇIKMALI”
Veriye dayalı değer yaratımı son yıllarda giderek önem kazandı. Verileri toplama, bunları kullanılabilir hale getirme ve ileri analitik yöntemlerle bu veriden değer yaratma konusunda birçok heyecan verici örnek bulunmaktadır. Uluslararası rekabet artık ucuz iş gücüne dayalı olmayacak. Türkiye’nin bu ucuz yarışından çıkması gerekiyor. Uluslararası rekabette öne çıkmak için mevcut teknolojileri en iyi şekilde kullanan ve bunları daha da geliştiren bir ekonomik yapıya ulaşmalıyız. Gelecekte gıda, tarım ve lojistik sektörleri, bugünden çok daha önemli ve öncelikli sektörlerin başında gelecek. Bu iki alanda da ülke olarak rekabet avantajlarımız olduğuna inanıyor ve bu alanlara daha stratejik bir yaklaşım sergilememiz gerektiğini düşünüyorum.